
Alman fütürist ve yazar Gerd Leonhard’ın “insan ile makinenin yaklaşan çatışmasına” odaklandığı ve “daha insani bir dünya için cesur bir manifesto” olarak nitelendirilen “Teknolojiye Karşı İnsanlık” kitabını bitirdim. Kitabı okurken, yeni teknolojilerin üssel olarak gelişmesinin, her alandaki değişimi ve dönüşümü ivmelendirdiği bu dönemde; teknolojiden beklentilerimizin nasıl değiştiğini, teknolojinin topluma olan etkisini ve teknoloji yönetimi adına eksik olanları ve düzeltilmesi gerekenleri de tekrar düşündüm (Sabancı Üniversitesi İşletme Okulu için tasarladığım ve 4 yıldır devam eden “Teknoloji Farkındalığı” dersimi kurgularken de bu konuların ders programında yer almasına gayret göstermiştim). Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istedim.
Teknoloji yeni normalimiz…
Gerd Leonhard’a göre; “bağlantının yeni oksijen, cep telefonlarımızın da yeni su olduğu; sınırsız bağlantı ve bilişim gücünün yeni normalimiz haline geldiği bir dönemdeyiz.” Bir önceki yazımda da değindiğim üzere, hızla yepyeni bir “metaverse” dünyasına doğru evrilirken; yapay zeka pek çok işi insanlara kıyasla çok daha iyi ve verimli, hatta maliyetsiz yaparken ve dijitalleşme her alanda “olmazsa olmaz” bir kavram olarak her sektörü hızla dönüştürürken, insanlık olarak teknolojinin bize sağladıklarını ve teknoloji ile nasıl ve ne ölçüde entegre olmamız gerektiğini çok daha derinden ve dikkatli bir şekilde analiz etmemiz gerekiyor… Teknolojik dönüşümler, “sadece iş dünyasını değil, toplumun ana hatlarını da yeniden tanımlıyor; doğayı dönüştürüyor”, yani etki gerçekten hayatımızın her alanında…
Önce yavaş yavaş, sonra birdenbire…
Teknoloji yeni normalimiz olduğu kadar, sonraki normallerde de merkezi bir konumda olacak… “Yakın geleceğin de, aynı teknolojiler gibi, bugünümüzden üssel biçimde farklılaştığını hayal etmeliyiz. Kendimizi alışkın olduğumuz bugünkü dünyamızın çok ötesinde karmaşıklığa sahip bir geleceğe hazırlamalıyız…” Bazı teknolojilerin günlük hayata etki etmesine daha zaman var gibi görünse de şunu unutmamalıyız; teknolojiler “önce yavaş yavaş, sonra birdenbire” hayatlarımıza giriyor. Bu teknolojiler hayatımıza girdiği noktada, uygulama alanları doğru bir şekilde planlanmamışsa ya da sonuçlarına yönelik analizler yapılmamışsa, çok büyük travmalar ve dünyanın kaderini etkileyecek sonuçlara da yol açması muhtemel…
Dijital dünyanın dijital kuralları henüz yazılmadı…
Bununla birlikte, teknolojinin takip edilemeyecek bir hızla gelişimi, kuralların arkadan gelmesine neden oluyor (Facebook’un veri ihlali, kişisel verileri izinsiz kullandırmasına yönelik karşılaştığı davalar ve davayı takip eden hakimlerin tüm dünyanın gözü önünde, algoritmaların yeteneklerini, yapılan çalışmaları anlamaya çalışması bunun en bariz örneklerinden). Dijital dünyanın dijital kurallarının henüz tam olarak yazılmamış olduğunu unutmamamız gerekiyor. Bu durum fırsatlarla birlikte riskleri de ortaya çıkarıyor. Teknolojilerin tasarım ya da Ar-Ge aşamasından, gerçek hayata geçerken yaşanılanlar, bize artık kritik olan ana konunun “teknolojinin yapabileceklerinden” ziyade “ne yapması gerektiği” olduğunu gösteriyor. Yeni teknolojilerin düzenlenmesi, regüle edilmesi, uygulamalara yönelik standartların belirlenmesi teknoloji geliştirmek kadar önemli. Standartlar, teknolojilerin küresel olarak ortak bir şekilde kullanılmasını sağladığı gibi, bir yandan da sınırsız geliştirilmesi kaynaklı oluşabilecek negatif sonuçları da önlüyor.
Teknolojinin etiği yok…
Leonard, kitabında bilimkurgu yazarı William Gibson’ın “teknolojiler biz onları uygulayana dek ahlaken tarafsızdır” sözünü de sıkça paylaşıyor. “Teknolojilerin ne yazık ki etiği yok, ama insanlık etiğe muhtaç ve etiği olmayan bir toplum da felakete sürüklenir…” Leonhard’a göre, “insanlar ve teknoloji giderek örtüşüyor, kesişiyor ve hatta birbirine yakınsıyor…” Normalde, bir araç olarak bize yardım etmek için var olması gereken teknoloji, sürekli beklentilerin artması ile bir araçtan amaca dönüşüyor. Algoritmalar ile farkında olmadan tercihlerimizin ve seçimlerimizin yönetilmesi; Elon Musk’ın Neuralink girişimi ile iyice somutlaşmaya başlayan insan beynine çip entegrasyonu sonrası gündemde daha fazla yer almaya başlayan artırılmış insan konsepti ve tekillik, teknolojik gelişmeler olarak radikal gelişmeler olsa da, gerçekte büyük resim kapsamında ne kadar ele alınıyor? İnsanlar olarak bizler teknolojiyi kullanan bir canlı türüyken, farkında olmadan, insani özelliklerimizden uzaklaşıp teknolojiye mi dönüşüyoruz?
Önce insan olmalıyız…
Gerçek şu ki teknoloji üssel olarak büyürken, insan beyni aynı hızda gelişmiyor. Bunula birlikte, gelecekte, bizi farklı kılan; bizi insan yapan donanımlarımızı kullandığımız alanlar olacak. Bunu da unutmamamız gerekiyor… Yine dünya çapında üne sahip fütürist Prof. Kaku’ya göre de, “gelecekte seri üretimi olmayan tek şey insan beyni olacak. Bu nedenle de geleceğin yatırımı kişisel ve sürekli eğitim ve kültür olmalı.” Uzun soluklu rekabette fark yaratmak için robotların yapamadığına odaklanmak gerekiyor; yani ayırt etme, mantık oluşturma, empati yapabilme, bağlantı kurabilme yetileri, gibi… Sorular sorma, bir şeyin farklı olabileceğini hayal etme, eleştirel olma, olaylara farklı açılardan bakabilme, satır aralarını okuma gibi apaçık insana özgü özelliklerle makinelerden ayrılıyoruz ve bu yeteneklerimizi de geliştirme çabamız gelecekte kendimize yapacağımız önemli bir yatırım haline geliyor.